29 Temmuz 2013 Pazartesi

Şişmanlayan Ülkenin Soğuk İçeceği: Buzlu Su

Biyoinformatik alanında çalışma yaparken birkaç olmazsa olmaz vardır. Bunlardan ilki, özellikleri ne olursa olsun istikrarlı [stable] bir şekilde çalışan bir bilgisayardır. İkincisi bilgisayarı sorunsuz çalıştırabilmek için kaliteli (frekansı sabit ve kesintisiz) bir elektrik kaynağı, üçüncüsü ise yine kesintisiz ve mümkünse yüksek hızlı internet erişimi. Olur da üçüne de birarada sorunsuz olarak erişebilirseniz, bir biyoinformatik çalışması gerçekleştirebilmek için bir tek siz kalıyorsunuz geriye. 

Seçimden önceki son yazı yaşıyoruz; Ankara’yı biraz gezerseniz sanacaksınız ki bu ülke kurulalı 5 sene bile olmamış. Hâlâ altyapı çalışmaları nedeniyle ara sokaklar delik deşik veya yamalı, bundan en fazla 5 sene önce asfaltı yenilenmiş yerlerin bir kısmı tekrar asfaltlanıyor, inşaatına başlanalı 10 seneden fazla olmuş metro hatlarında hâlâ çalışma var.

Ankara’nın göbeği olarak tabir edilebilecek bir yerde oturuyorum; Kızılay’a, birçok bakanlığa ve Meclis’e toplu taşımayla en fazla 15 dakika, ülkenin en iyi üniversitelerinden 4‘üne ise araçla 20 dakika mesafedeyim. Özetle, merkezinde yer aldığım 15 kilometrelik çember içerisinde ülkemizin yönetiminin %95’i, entellektüel birikiminin ise yarıya yakını (tahminen >%40’ı) yer alıyor. Yani, bu bölgenin altyapısının Avrupa standartları olarak tabir ettiğimiz yüksek standartlarda olmasını bekliyorsunuz: sonuç tam bir hayal kırıklığı. Bazı yerlerde altyapı çok iyiyken, çoğu yeri fazlasıyla baştan savma yapmışlar. Anahtar kelime: kesintisizlik.

Ayda en az birkaç gün, o günlerde de bazıları kısa ancak bazıları saatleri bulan birçok elektrik kesintisi oluyor. Düşünsenize, büyük bir veriyle uğraşıyorsunuz ve analizi birkaç saat sürüyor: tam ortasında hoop bir kesinti. Fiyatı makul bir kesintisiz güç kaynağı [UPS] sadece birkaç dakika sizi idare edebiliyor, birkaç saatlik bir kesintiye karşı da hatırı sayılır bir yatırım yapmanız lazım. O zaman elektrik hizmetini kaliteli bir şekilde aldığınızı söyleyebilir misiniz? Gelişmemiş bir ülkenin altyapı standartlarında gelişmiş ülkelerle yarışabilir misiniz?

Gelelim internet altyapısına. Toplam ekonomik hacmi milyarlarca lira olan bir sektörden bahsediyoruz; artık cep telefonumuzdan internete bağlanmak bile neredeyse standart hale geldi. Fiber interneti konuşuyoruz artık, birçok yerde de altyapı çalışmaları devam ediyor. Kurulan sistemler çok yüksek hızlarda internete erişim sağlayabiliyor ancak bunu bir türlü kesintisiz yapamıyor. Bulunduğum bölgede son 3 yıldır ayda ortalama 2 kez internet kesintisi oldu, bunların her biri de birkaç saatten az değildi (dakikalık kesintileri saymıyorum bile). Uzun bir süre, üst düzey yöneticileri birilerinin yakınları olan Türksat’tan internet hizmeti almaya çalıştım, son birkaç aydır da kötünün iyisi diyerek tekrar Türk Telekom’a yöneldim. Sağolsunlar ortalamayı aşağı çekmediler (evim bir Telekom Müdürlüğü'ne 50 metre, diğerine ise 300 metre uzaklıkta). Yine son 3 yıldır internet problemlerim nedeniyle müşteri hizmetlerini ayda ortalama 3 kez aradım.

Bu yazıyı okuyanların bazıları, fazlasıyla yakındığımı ve şartların o kadar da kötü olmadığını söyleyebilir. Bunu söyleyenlerin gününün büyük bir kısmı facebook, youtube ve oyun sitelerinde geçiyorsa zaten bu tür kesintiler hayatlarında büyük bir şeyi değiştirmiyordur. Ancak yaptığınız iş tamamen elektrik ve internet altyapısının kalitesine bağımlıysa, ben bu altyapının olması gerekene çok yakın (neredeyse kesintisiz) olduğuna birçok ülkede şahit oldum; bizde bu hizmet kalitesinin yanından bile geçilmiyor. Belki Harvard'lı Emily'den daha hızlı internetimiz var ama (Emily'nin kaldığı yurttaki internet hızı başka bir mevzu), onun gibi sürekli bağlı değiliz.

Gelelim bilgisayara. Şükürler olsun ki biz bilgisayar üreticisi değiliz, ürettiğimizi söylediklerimizi de sadece montajlıyoruz. Buradaki temel sıkıntımız da, teknik bilgiye sahip insan kaynağının olmayışı. Yani, bilgisayarınız bozulursa, işletim sisteminiz çökerse, internete bağlanamazsanız veya kullandığınız herhangi bir kabloda sorun yaşarsanız, bu probleminizi gidermek için parası neyse verseniz dahi karşılığı hizmeti alamıyorsunuz. Burada ev kullanıcılarını kastetmiyorum, profesyonel kullanıcıları kastediyorum. İşin garip tarafı ise şu: bu insan kaynağı internet veya bilgisayar hizmeti veren kuruluşlarda da mevcut değil. Bilgisayar veya internete ilişkin bir sorunum olduğunda, karşımdaki kişinin her seferinde benden çok daha az teknik ve pratik bilgisinin olduğunu görmek insanı çıldırtıyor. Çoğu zaman problemi teşhis eden taraf karşı taraf olmuyor; bana kalsa ben kendi kendime çözeceğim ama ya ilgili teçhizata ulaşamıyorum, ya da bu teçhizata ulaşmak için büyük bir yatırım yapmam gerekiyor.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar için: peki neden böyleyiz? Cevap, başlıkta. Yakın bir arkadaşımın tabiriyle, biz büyüyen değil, şişmanlayan bir ülkeyiz. Olgunlaşmıyoruz, ahlaki değerlerimiz gelişmiyor, boy atmıyoruz, üretmiyoruz; sadece daha fazla yiyoruz, daha fazla tüketiyoruz. Başkalarının ürettiği teknolojilerle evlerimize gelen suyu, yine başkalarının teknolojileriyle donduruyoruz.


Bu yazıyı okuyanların ya bir akrabası, ya da bir tanıdığı mutlaka bir özel kuruluşta veya kamu kuruluşunda başka insanların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak çalışıyordur: ya işin mutfak bölümünde, ya da tezgahta. Yaşadığımız sıkıntılar, işte bu yakınlarımızın büyük bir kısmının işlerinin hakkını vermemelerinden kaynaklanıyor. Bu tanıdıklarımız, ya yan tarafta oturan sorumsuz arkadaşlarına bakıp, “aynı maaşı alıyorum neden daha fazla çalışayım” diye düşünüyorlar, ya “ülkeyi kurtaracak bir ben mi kaldım” düşüncesine saplanmış kalmışlar, ya “iş yapana daha çok iş verirler, en iyisi bana verdikleri işi kötü yapayım da bir daha bana yüklenmesinler” hastalığı kalplerine işlemiş, ya da "şimdi icat çıkarıp da müdürümle papaz olmayayım" derdindeler.

Eğer bu yakınlarınız geçim sıkıntısından veya başka kişisel dertlerden yakınıyorlarsa, yeri geldiğinde onlara mutlaka söyleyin: benim gibi binlerce insan her sıkıntıda kalplerinin derinliklerinden gelerek o insanlara beddua ediyorlar. Bu ülke neden bu halde diye dertlenip kalpleri sıkıştıklarında o insanları büyük bir öfkeyle anıyorlar. İster bir yaratıcıya inanın, ister evrenin kendisine: bu beddualar bir şekilde isabet ediyor. İşin daha kötüsü ise, o kadar çok kişiye yapılıyor ki bu beddualar, kitlesel hale geliyor: bir topluluğa bela isabet ettiğinde ise kurunun yanında yaş da yanıyor.

Bu satırların yazarı da sütten çıkma ak kaşık değil; ülkenin kronik bulaşıcı hastalıkları onun da yaşantısına sirayet etmiş durumda. Ancak amacı, elini attığı işlerde en azından ortalamanın birkaç standart sapma üzerinde iş yaparak daha az beddua almak.

Not: Cuma gününden beri internete evdeki hattımdan bağlanamıyorum; bir süredir cep telefonumdaki internet paketimle idare etmeye çalışıyorum.


Sözün Özü:
İyi ki bu ülkenin büyük çoğunluğu bir dine veya ahlaki değer bütününe inanmıyor: yoksa inandım deyip de hayatını (inancı ne olursa olsun) inançlarına zıt bir şekilde yaşamaktan ötürü bir türlü belini doğrultamazdı.



Proje:
Sokağa çıkın ve sadece 15 dakika boyunca insanları gözlemleyin. Bu zaman diliminde, ne kadar büyük veya küçük olduğuna bakmadan, dolaylı veya dolaysız yoldan bir şekilde birilerinin hakkına tecavüz edilmediğine şahit olacak mısınız?

Meraklısına:
Yurt dışında çok basit hataların nasıl milyon dolarlık tazminatlarla sonuçlandığını biraz araştırırsak, aslında yaptığımız işlerde ne denli sorumlu olduğumuzu daha kolay bir şekilde anlayabiliriz. Birçok davanın içeriğine wikipedia'dan ulaşabilirsiniz.